25 Nisan 2012 Çarşamba


'Kur’ani Hayat' dergisi 23. sayısında 'Adalet' konusunu ele alıyor

Vahiyle inşa olma çabalarına mütevazı bir katkı yapma umuduyla yoluna devam eden Kur’ani Hayat Dergisi 23. sayısında Adalet konusunu ele alıyor.

Manşete de kaynaklık eden başyazısında Mustafa İslâmoğlu, adaletin hakikatini, devlet tüzel kişiliğinin imanı mesabesinde oluşu ekseninde anlatıyor. İbrahim Sarmış, İslam’ın adalet anlayışıyla Müslümanların adalet algısı ve uygulamaları arasındaki uyuşmazlığın sebeplerini irdeliyor. Haydar Öztürk başyazının devamı niteliğinde, adaletin nasıl devletin dini ve imanı haline getirilebileceğini araştırıyor.

Abdulcelil Candan konuya toplumların âdil veya zalim oluşları, Mustafa Demir ise bireysel ve toplumsal huzuru elde edebilmek için adalet ve kıst’ın ne denli lüzumlu olduğu açısından yaklaşıyor. Hüseyin Kerim Ece, adaletin merhametle ilişkisini, Mahmut Çınar ise adaletin mülkle ilişkisini Kur'an ekseninde ele alıyor.

İlahiyat hocaları Murat Kayacan ve Murat Sülün’ün yazıları bazı okurlarca fazla teknik bulunabilecek olsa da erbabına ikram olacak yazılar olarak adalet sayısındaki yerini aldı.

Ömer Bayar’ın hikmet bağlamında adaleti, Mehmet Deri’nin, adaletin sünnetteki yansımalarını, Zekeriya Yürük’ün zulmü meşrulaştırma aracı olarak kullanılan veto hakkını, Bünyamin Doğruer’in âdil insan olabilmek için verilmesi gereken mücadeleyi deneme tadında irdeleyen yazılarının ve yine Bünyamin hocanın şiirinin sayıya renk kattığını düşünüyoruz. Dergiye ilk kez konuk olan Ramazan Altıntaş, Kur’an’a göre sosyal adaleti, önceki sayıdan tanıdığınız Elvin Ağayev, Ehl-i Beyt okuluna göre adalet ve zulüm kavramlarını yazdı.

Kadir Canatan, “Bakara: kutsal inek” simgesi ile irfan köşesindeki yerini aldı. Hasan Aycın’ın kutsal inek çizgisi Canatan’ın yazısına eşlik etti. Osman Arpaçukuru bu sayıda yeni bir yazı dizisi başlatıyor. Gelecek sayılarda da devam edecek olan Hadis İncelemeleri köşesinde bu ilk adımda geniş bir girişin ardından halkın dilinde hadis diye dolaşan “levlâke…” rivayeti inceleniyor. Adalet sayısı Yasemin İslâmoğlu’nun Yusuf Sûresi tanıtımıyla noktalanıyor.

Derginin geçmiş 21 sayısının tamamını bir arada temin etmek isteyen okurlar dergiyle irtibata geçerek takım halinde edinip sürekli istifade etme imkânı bulabilecekler.

Kur’ani Hayat Dergisi yeni dönemde de Kur’an’ın temel kavramlarını okurlarıyla paylaşmaya devam edecek.

Telefon ederek ya da mail yazarak 2012 yılı için abone olabilir, tüm sayıların pdf nüshalarına erişim için elektronik nüsha aboneliğini de gerçekleştirebilirsiniz.

Dergi mayıs ayı başında çıkacak emanet konulu 24. sayıda buluşma dileğiyle ilim ve fikir camiasındaki yerini alıyor.

İrtibat:
0212 531 30 30

'Vuslat' dergisi 130. sayısında

Vuslat dergisi 130. sayısında, Müslümanlar için örnek bir nesil olan ve Kur’an’da: “Allah onlardan razı olmuştur onlarda Allah’tan razı oldular” ayetiyle Allah (c.c.) tarafından takdir alan, nesli günümüze ve gündemimize taşıyor.

Asr-ı Saadet nedir?

“Asr-ı Saadet” terimi, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Peygamberliğinden vefatına kadar geçen süreyi ifade eder. Asr-ı Saadet’in temel özelliği âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (s.a.s.)’in hayatını kapsayan, onun örnek yaşantısını adım adım izleyebilmiş, bizzat onun mektebinde yetişmiş ve vahyin ilk muhatapları olmuş sahabe neslini bünyesinde barındıran bir zaman dilimi olmasıdır. Kur’an bu nesilden övgü ile söz ederek onlara şerefli bir mevki vermiştir.

Asr-ı Saadet Nesli Güçlü Bir İmana Sahiptir

Asr-ı Saadet neslinden söz eden ayet ve hadisler ile o dönemin olaylarını ve yaşayış biçimini anlatan siyer çalışmaları incelendiğinde, Asr-ı Saadet insanı ve neslinin nitelikleri hakkında şu tespitler yapılabilmektedir: Asr-ı Saadet nesli güçlü bir imana sahiptir. İslâm’ın tebliğinde karşılılaştıkları her türlü güçlüğe göğüs germeye hazır, sabır timsali kişilerdir. Yapılan her işte Allah’ın rızasını ölçü alırlar. Allah’ın yardım ve desteğine güvenirler “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için yurtlarından, yuvalarından kovulmuş, mallarını kaybetmişlerdir. Ziyana, hakarete ve işkenceye uğratılmış olup her güçlüğe göğüs germişlerdir. Ümmet arasında insanlar için çıkarılmış hayırlı nesillerdir. Biz Müslümanların yaşam modeli Asr-ı Saadet olmalıdır…

Nisan Sayısında Öne Çıkan Konu Başlıkları

Muhammed Emin Yıldırım “Kur’an’ın En Büyük Mûcizesi Sahabe Nesli” isimli makalesinde sahabe neslinin önemi üzerinde durmaktadır.

Doç. Dr. Muhammed Târik “Sadr-I İslam’da (Asr-I Saadette) Dostluk ve Kardeşlik Ruhu” isimli yazısında sizlere Asr-ı Saadette ki, sevgi ve dostluğun kadim köklerini hatırlatacak.

Prof. Dr. Rıza Savaş “Hz. Muhammed (s.a.s.) Devrinde Kadın ve Aileye Genel Bir Bakış” incelemesinde o dönemde ailenin sağlam temellere dayandığına dikkat çekiyor.

Prof. Dr. Âdem Apak “Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Asabiyetle Mücadelesi” yazısıyla İslâm’ın, asabiyetin tesirini kırmak için asabiyet sebebiyle gerçekleştirilen kabile savaşlarını yasakladığına vurgu yapmakta.

Prof. Dr. Osman Güner “Medine Toplumunda Gayrimüslimler: Farklı Kültürlerle Birarada Yaşamanın Esasları” isimli araştırma yazısında gayr-i müslimlerle münasebetlerimiz konusuna değinmektedir.

Hüseyin Kerim Ece “Mutluluğu Öğreten Zaman” yazısında sahabe hayatından saadet örneklerini okuyacaksınız.

Derginin bu ay ki röportaj konuğu ise Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma.

Ayrıca Ahmet Varol İslam dünyası köşesinde “Suriye İntifadasının Bir Yılı” yazısında Suriye konusunu masaya yatırıyor.

Dergi hakkında detaylı bilgi için: 0216 612 78 22

19 NISAN 2012

2. 'Karabatak'

Edebiyat ve sanat dergisi Karabatak, ikinci havalanışında yirmi üç şiir, altı öykü ve on bir deneme ile döndü.

Derginin röportaj bölümünün konuğu ise Ayşe Şasa. Zeynep Ural'ın yaptığı söyleşide Şasa, "Allah'ı sanat yoluyla zikretmek ve hatırlamak sanatı ibadetin bir parçası haline getirir." diyor. Modern toplum ile geleneksel toplumun anlayış farkını ise şöyle özetliyor Şasa: "Para, mevki, şöhret... Modern toplumda insanlar bu putların yaydığı sihir alanına sokulabildiği, bu putlara yakın olabildiği oranda başarılı sayılıyor. Bu başarı anlayışı insanın asıl varoluş gereği açısından da bakıldığında oldukça hazin ve sefil bir görünüm arz ediyor. Bizim geleneksel medeniyet anlayışımızda insanı eşref-i mahluk yapan, üstün ve değerli yapan putlardan arınmış olmaktır." Güzel olan bütün sanatlara kapılarını açan derginin diğer yazı ve şiirler içinse Karabatak'ın kağıttan kanatlarına göz atmakta fayda var.

18 NISAN 2012

Taşradan kente: Mustafa Kutlu hikâyeciliği


Türk Edebiyatı dergisi Nisan sayısında Mustafa Kutlu'nun hikâyeciliği üzerine bir dosya hazırladı. Pek çok yazar ve şairin yazılarıyla katkıda bulunduğu dosya, arşiv niteliğinde.

Aylık Dergi, Hece, Kafdağı Fayrap başta olmak üzere pek çok dergi Mustafa Kutlu hikâyeciliğine değinen sayılar hazırladı. Bunun dışında onun kitapları üzerine önemli yazılar kaleme alındı, akademik dünyada tezler hazırlandı. Necip Tosun ve Ercan Yıldırım’ın Mustafa Kutlu hikâyeciliğini çözümleyen kitapları yayımlandı. Kemal Aykut’la merhum Nusret Özcan Mustafa Kutlu Kitabı’nı hazırladılar. Yani bir şekilde Türkçe edebiyat dünyası Kutlu hikâyeciliğini anlama ve anlamlandırmaya çalıştı. Bu çaba hâlen devam ediyor, görünen o ki devam edecekte.

Bu ayki Türk Edebiyatı dergisinin eşik sözünden, derginin öteden beri hazırlamayı planladığı Mustafa Kutlu dosyasını Küçükçekmece Belediyesi’nin 26-27 Nisan tarihlerinde bir Mustafa Kutlu Sempozyumu gerçekleştireceğini öğrenince öne çekmek durumunda kaldığını öğreniyoruz. Mustafa Kutlu’nun hikâyeciliğine odaklanan dosyada yer alan yazarlar ve yazılar şöyle: Alâattin Karaca “Ortadaki Adam’dan ‘Hayat Güzeldir’e Mustafa Kutlu’nun Hikâyesi”,Ali Ayçil “Kutlu Üzerine Dokuz Pasaj”, Bahtiyar Aslan “Mustafa Kutlu’nun Suluboya Resim Koleksiyonundan İki Güzide Eser Üzerine”, Sezai Coşkun “Mustafa Kutlu Hikâyeciliğinin Ontolojik Derinliği”, Taner Namlı “ Mustafa Kutlu’nun “Sır”rı”, Sabahattin Çağın “Kapıları Açanlar Ve Kaçanlar”, M. Fatih Kanter “Gönül İşi’ni Gönülden Okumak”, Suavi Kemal Yazgıç “Mustafa Kutlu Hikâyesinin Bazı Dinamikleri” Yazıların neredeyse tümünün duygusal iyi niyet üzerinden yol aldığını belirtmemiz gerekir öncelikle. Buna eleştirel bakış açısından yaklaştığımızda “mesafe ayarı” yokluğu da diyebiliriz sanırım. Böyle olsa da bir yazarı belli noktalarda kavramayı ve yeni okumaları mümkün kılıyor Türk Edebiyatı’nın bu sayısı. Sözgelimi Mustafa Kutlu hikâyelerinde yer bulan tasavvuf ile Rasim Özdenören öykülerinde varlık kazanan tasavvufun izinin sürülmesi gerekliliği bunlardan biri.

DEĞİŞİMİN MACERASI

Kuşkusuz, toplumu ve toplumda olup bitenleri en belirgin biçimde anlamak için edebiyat önemli imkânlar sunar. Hele gündelik hayat sosyolojisi dediğimiz alanın kodlarını/göstergelerini en iyi öğrenebileceğimiz alan ele aldığımız dönemde ortaya çıkan edebiyat ürünleridir. Bu aynı zamanda hem zihniyet dünyalarını anlamayı hem de üzerine konuşulan toplumsal alandan tümüyle soyutlanmamayı da beraberinde getirir. Bahsettiğim bu bakışın izinden gittiğimizde Kutlu hikâyeciliğinin dönemlere ayrılmasında olsun, hikâyelerinde ortaya koyduğu muhasebenin niteliğini bütün olarak anlamlandırma sürecinde olsun toplumsalın dönüşümü mutlaka dikkate alınmalıdır M. Fatih Kanter’in yazısının son kısmında yapmış olduğu tespitler Alâattin Karaca’nın edebiyat üzerinden yaptığı tespitleri toplumsalı daha öne çıkararak yapmasından dolayı son derece önemlidir: “ Mustafa Kutlu’nun (…) yazdığı (…) hikâyeler, Türkiye’nin modernleşme serüveni ile örtüşmesi bakımından son derece önemlidir. Türkiye’deki sosyo-kültürel değişimleri bizzat yaşayan, duyan ve duyumsayan Kutlu, bu değişim macerasını gözlemleyerek yazmıştır.”

Suavi Kemal Yazgıç Kutlu’yu popülist bir yazar olarak değerlendiriyor, onun halkçılığına vurgu yaparak. Keşke popülizm meselesini biraz daha açsaymış. Malum bu sözcük kültürel ortam başta olmak üzere genelde olumsuz bir içerikle anlamlandırıldığından ‘lanetli’ sözcükler sözlüğünde yer alıyor. Kutlu’nun taşraya bakışının hâkim edebi kanondan farklılıklarına değinen Yazgıç’ın yazısının girişindeki tespitleri haklı kılan pek çok örnek var Kutlu’nun dünyasında. Sadece birini aktararak yetinelim: “Günümüzde edebiyat ferdî olana doğru gitti. Ben ise ferdi cemaatan ayırmak eğiliminde değilim.”

Ayrıca “Mustafa Kutlu’nun Desenleri” başlıklı küçümen bir “görsel yazı” da yer alıyor dosyada. Burada yer alan yazı ve Hareket dergisi kapakları Mustafa Kutlu’nun düşünce dünyasının oluşum seyrini görmek bakımından en az diğer yazılar kadar önemli. 1947 doğumlu Mustafa Kutlu'nun çocukluğu Erzincan'da geçer. Yüksek öğrenimini Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümü'nde tamamlar. Kutlu, öğrencilik yıllarında fel­sefeyle ilgilenen, özellikle Nietzsche okuyup resim yapan, öfkeli bir insandır. Erzurumlu yazarların sıkça uğradığı Hemşin Pastahanesi'nde tesadüfen tanıştığı Ezel Erverdi'ye Hareket dergisi eleştirisi yapan Kutlu, eleştirilerini derginin desensiz oluşuna yoğunlaştırır. Yani dergi ile yazı üzerinden değil çizgi üzerinden ilişki kurar. Ezel Erverdi Mustafa Kutlu'dan dergiye desen göndermesini ister ve gönderdiği ilk deseni de kapakta kullanır.

Aslında bu tanışma onun için önemli bir kırılma noktasıdır. Ressam olarak katıldığı Hareket’te hikâyeci ve biyografi yazarı olarak öne çıkan Mustafa Kutlu'nun dergi kapaklarına yansıyan desenlerinde Anado­lu gerçeğini çeşitli açılardan yansıttığı görülür. Tunceli ve İstanbul'da edebiyat öğretmenliği yapan Kutlu, 1974'de görevinden ayrılarak Dergâh Yayınları'nda çalışmaya başlar. Bundan sonrasını İsmail Kara’nın “Hayatımın Tesadüfü” yazısından izlemek mümkün. Aktarmaya çalıştığımız bu serencam Mustafa Kutlu’nun gerek edebiyat gerekse düşünce dünyası bakımından belli konuları öne çıkarmasında Hareket dergisi çevresinin ve onunla birlikte Nurettin Topçu’nun büyük bir etkisi vardır. Şunu mutlaka dile getirmeliyiz: Türk Edebiyatı dergisinin bu sayısının en önemli eksikliklerinden birini Topçu’nun Kutlu hikâyeciliği üzerindeki etkisini yeterince belirginleştirmemesi olduğu söylenebilir.

BU BÖYLEDİR AMA

Alâattin Karaca, Türk hikâyeciliği ve edebiyatta karakter analizi ile başladığı yazısında Mustafa Kutlu'nun hikâye serüvenini çözümlüyor. Karaca, Kutlu'nun ilk kitabı 'Ortadaki Adam'dan sonuncusu 'Hayat Güzeldir'e gelene kadar hem Mustafa Kutlu'nun hem Türk hikâyeciliğinin geçirdiği evreleri belirginleştiriyor. Karaca’nın yazısının otobiyografik yönlerinin olduğunu da belirtmekte fayda var. Kutlu’nun hikâyeciliğinin başlangıcını oluşturan kitaplardan Ortadaki Adam’da yer alan “Al Sartre’ı, al Russel’ı eline, gözün dünya görsün!” üzerinden yerlilik yabancılık tartışmasına uzanan yazı 1950’lerde Türkçe edebiyatta yaygın olan bunalım meselesine değinir. Yazının belirleyicilik ölçüleri, yerlilik/yabancılık kutuplarında dolanmak. Bunalım, tutunamama, yabancılaşma gibi varoluşçu felsefenin temel kavramlarını olumsuzlayan Karaca, bu modanın Rasim Özdenören gibi İslâmcı yazarların öykülerine kadar uzandığını belirtir: “Rasim Özdenören gibi İslâmcı bir yazar bile bu Kafkaesk modaya kapılıp günlerce odasından çıkmayan, yatağında kendi karanlığına gömülmüş insan tiplerinin ruhunu bir burguyla kurcalayıp durdu; tabiri caizse karanlığı deşeledi bir süre. Faulkner, Dostoyevski, Kafka Camus, James Joyce… Bir kısım Türk hikâyecileri uzun süre bu yazarları dilinden düşürmedi.(…) Dragomanlar cumhuriyetinin hikâyecileri, kendi anlatma geleneklerine yönelerek ‘yerli bir hikâye’, yerli bir insan, yerli bir hayat yazmak yerine, Kafka’nın ‘dava’sının peşine düştüler.” Nedense, Karaca’nın, Kutlu’yu sevdiği, ona yakınlık duyduğu için hikâyelerini olduğundan yüksek bir noktaya yerleştirdiği kanaatine ulaştım, Özdenören’e tersi duygularla yüklendiğini.Umarım yanılıyorumdur.

Kafkasever hikâyecilerle taşarlı okurları karşıt kutuplara yerleştiren Karaca Kutlu’nun başlangıçta Sabahattin Âli ile Sait Faik’e yönelmesinin çerçevesini bahsettiğim bu çerçeve içinden çiziyor. Eminim onun bu bakışını Ahmet Sait Akçay okusa bu çizginin edebiyatı tıkadığını postmodern edebiyatın imkânları üzerinden eleştirir. O nedenle elli kuşağı öykücülerini yetmişli yıllarda eleştirmekle bugün eleştirmenin farklılık taşıması gerekir. Tekrar vurgulamak gerekir ki; Anadolu toplumunun sanayi ile tanışması, taşradan şehre göçü, modern değerler ile kendi değerleri arasında sıkışması, zanaatkârlığın ve küçük esnaflığın çöküşü gibi konulara değinirken Nurettin Topçu’yu ihmal etmek Kutlu hikâyeciliğinin temel direğini görmemektir bir bakıma. O yüzden Necip Tosun’un “Mustafa Kutlu öykülerine başlanmadan önce mutlaka Nurettin Topçu'dan birkaç temel eser okunması gerekir. Çünkü Topçu tanınmadan Kutlu öyküsü tümüyle kavranamaz” tespiti son derece önemlidir.

GELECEĞİN GEÇMİŞİ

Bu noktada bence dosyanın en önemli yazısı Ali Ayçil, 'Kutlu Üzerine Dokuz Pasaj' başlıklı değerlendirmesi. Çocukluktan kahramanlara, resimden edebiyatın sezgine kadar Kutlu hikâyeciliğini kuşatan bir ‘kıs(s)a’ bir yazı bu. Ayçil, yazarın hikâyeciliğini Türkiye'nin yakın geçmişte yaşadığı göç sorunuyla birlikte okuyor. “Ayna” başlıklı pasajında şu tespitleri yapıyor: “Mustafa Kutlu'nun yazarlık hayatı, Türk toplumunun hızla taşradan şehre göçmeye başladığı son yarım asrın sosyal hareketliliği içerisinde şekillendi. Bu göçün üç cephesi vardı: Göçün yüklendiği yer, göç hâli ve göçün çözüldüğü yer. Dinmek bilmeyen bir insan seli, on yıllarca sadece büyük şehirlere değil, hem Türk sinemasına hem de Türk Edebiyatına malzeme taşıdı (…) Mustafa Kutlu külliyatının yarım yüzyıllık zamana tutulmuş devasa bir aynaya benzemesinin sebebi, kumaşına gösterdiği sadakatti.”

Kutlu hikâyeciliği özellikle seksenli yıllarda yaşanan değişimlere tutmuş olduğu ayna ve geleceğe dönük sezgileri ile de önemlidir. Siyasetten tekkeye oradan tüketim toplumuna uzanan değişimi kavramak için eşik metinlerden biri Sır’dır. Kapitalizm’in Müslüman bireyde oluşturduğu bilinç yarılmasını tekke dünyası üzerinden ele alan Kutlu’nun Sır kitabı hakkında şu tespitleri yapıyor Ayçil: “ Kapitalizmin, inançlı bir adamın hayatında açabileceği dehşetli çatlağı ancak yeni yeni kavrayabiliyoruz. Oysa, Kutlu Sır’da, ufukta belirmekte olan ‘yeni iktidarın bileşenleri kent, siyaset ve ekonomi’nin, manevî dünyamıza ödeteceği bedeli, ‘şeyh efendi’ üzerinden çeyrek yüzyıl önce hikâye etmişti. Hikâyenin yazıldığı dönem, Müslüman okumuşların bir dava sahibi olduğu ve İslâmi geleceğin müjdelendiği bir dönemdi. Sürekli geçmişi ya da bu günü anlattığını düşündüğümüz Kutlu, aslında pek çok cümlesinde, geleceğin geçmişinden de haber verir.”

Türkiye’de sosyoloji çalışmalarının en kurak olduğu alan olarak karşımıza çıkan edebiyat sosyolojinin mutlaka dikkate alması gereken değerlendirmelerdir bunlar. Belki bu yüzden ben 1990 yılında yayımlanan Sır kitabını, Ruşen Çakır’ın yine aynı yıl yayımlanan Ayet ve Slogan kitabının çağla karşılaşmayı anlattığı ilk bölümü ile birlikte düşünmeyi ve anlamlandırmayı öncelerim. Kolay değil tabii, her hesaplaşma gibi acıtır ruhumuzu bu hesaplaşma ve karşılaştırma.

Dolayısıyla Kutlu hikâyeciliğini sosyolojiyi ihmal ederek tümüyle zamansız “ontoloji” üzerinden okumak Kutlu hikâyelerini kendisinden uzaklaştırmak olur. Onun hikâyeleri varlığın olduğu kadar zamanımızın hikâyesidir.


Asım Öz



www.dunyabulteni.net
18 Nisan 2012