17 Nisan 2014 Perşembe

Dergâh Dergisi 290. Sayı



Dergâh Dergisi 290. Sayı

BU SAYI

Bu satırları seçimden önce yazıyorum. Netice ne olursa olsun ülkenin önündeki bir numaralı sorun bekliyor: Yeni Anayasa. İktidar, muhalefet ve halk delik deşik olmuş “Darbe Anayasası”nı benimsiyor. Hukukun temini, demokrasi ve çözüm süreci “Yeni Anayasa”ya bağlıdır. Ülkede beyaz bir sayfa ancak böyle açılır. Bir “Sivil Anayasa” yapamayan ülkeyi kimse ciddiye almaz.

Atakan Yavuz, Fatma Çolak, Adem Yazıcı, Hüseyin Akın, Okan Yıldız, Esra Köse, Muhammet Durmuş, Mustafa Uçurum ve Bülent Parlak bu sayının şairleri.
Suzan Nur Başarslan ve Ayhan Sağmak "derkenar" sütunlarında yazdı.
Ali Işık ile Mukadder Gemici hikâyeleriyle bu sayımıza katkıda bulundu.
Mustafa Kara Dervişlerin kitaplarını niçin ve nasıl yazdıklarını anlatıyor.
Dursun Ali Tökel Fuzulî ile Niyazî Mısrî arasındaki iki farklı algıya dikkat çekiyor.
Bu sayının "orta sayfa sohbeti"ni şair Nadir Aşçı ile yaptık. Okurlar Aşçı’nın şiir üzerine görüşlerini, daha yakından görecekler.
Hasan Öztürk Ahmet Ağaoğlu’nun gözden ırak kalmış “Serbest İnsanlar Ülkesinde” adlı ütopik eserini tanıtıyor.
Hakkı Özdemir edebiyatımızda pek üzerinde durulmadığından neredeyse unutulan bir yazarı ele aldı: Osman Cemal Kaygılı
M. K. rumuzlu son yazı ressam, hattat, cilt ustası, öğretim üyesi Emin Barın hakkında.

Bu sütunun son sözlerini yine “Yeni Anayasa”ya ayırmak istiyorum. Önümüzde Cumhurbaşkanlığı, ardından genel seçimler var. Bu önemli olaylar, her çevrenin gönül rızası ile imza atacağı ve kaostan kurtulup hukuka kavuşacağımız bir Anayasa ile gerçekleştirmeliyiz. Devlet adamlığı ve vatanseverlik bu günlerde belli olur.






YENİ EDEBİYAT YAPRAĞI DERGİSİ -SAYI 4-MAYIS HAZİRAN 2014


15 Nisan 2014 Salı

Sezai Karakoç İkinci Yeni Şairi Değildir

Sezai Karakoç İkinci Yeni Şairi Değildir


sezai-karakoc-ikinci-yeni-sairi-degildir














 Sezai Karakoç İkinci Yeni Şairi Değildir
        Sezai Karakoç bizzat diriliş akımının şairidir. Onu hangi niyetle olursa olsun ikinci yeni şairi olarak göstermek doğru değildir. Onun şiirinin alt yapısı İslam uygarlığının yeniden ihyası üzerine kurulmuştur.  O, Yunus Emre, Mevlana, Fuzuli, Şeyh Galip, Mehmet Akif, Necip Fazıl halkasının son temsilcisidir. Sezai Karakoç için şiir, tiyatro, deneme, hikâye nihayetinde birer araçtır. Hiçbir zaman şiir yazmak için şiir yazmamıştır. O ne sanat için sanat yapma ne de halk için sanat yapma derdinde olmamıştır. O her zaman sanatı yalnızca Allah rızası için yapma derdinde olmuştur.  Onun hayatı başlı başına bir şiir olarak bunu açıkça haykırmaktadır. Her türlü dünya nimetini elinin tersiyle iterek tüm ömrünü kutlu ideali için geçirmektedir.
        Diriliş ve diriliş düşüncesinin üstadı ile ilgili bir sürü yanlış anlaşılmanın kaynağında dava duygusundan mahrum aydınların yalan yanlış haberleri ve yazıları yatmaktadır.  İslam’ı ve İslam davasını içselleştiremeyen bu zavallılar şiirin ve sanatın büyüsüne kapılarak bir taraftan İslam derken diğer taraftan modern putların iktidar sahalarında var olmaya çalışmaktadırlar. Bu iki başlı bakış açısı onların dirilişi ve diriliş şiirini anlamalarını zorlaştırmıştır. Zaten yüzde yüz bir teslimiyet olmadan diriliş anlaşılmaz. Hem diriliş hem de diğer dünyevi istekleri bir arada tutma kaygıları onları hem dirilişten hem de samimiyetten uzak tutmaktadır.
        Diriliş şiirini modern edebiyat kuramında ikinci yeni akımı içerisinde kategorize etmek iyi niyetli bir hareket değildir. Sezai Karakoç’u mevcut değerlendirme ölçütleri ile ele almak sıkıntılı bir durumdur. Mevcut terazilerin ayarı ne yazık ki bozuktur. Bu noktada dirilişin terazisi her daim İslam medeniyeti olmuştur. Meseleye İslam medeniyeti penceresinden bakamayanlar dirilişi anlayamaz.  

 Sıkıntılı diğer bir durum ise dirilişin dirilişle alakası olmayan isim sömürücüleri tarafından sömürülmesidir. Bu sömürüyü yapanlar bir taraftan dirilişi överken diğer taraftan dirilişe düşmanlık yapanların peşinde koşmaktadırlar.  Bu isim sömürücülerinin hakikatte dirilişle uzaktan yakından alakaları yoktur. Fakat kendilerini dirilişin temsilcisi gibi göstermeye çalışmaktadırlar.  Bu nasıl bir çelişki ve bu nasıl bir ikiyüzlülüktür insan gerçekten şaşırmadan edemiyor.
        Sezai Karakoç’un İkinci Yeni ile bağlantısı dönemseldir.  Her şeye dış pencereden bakan ve zahirden batına inemeyen insanlar için Sezai Karakoç şiiriniİkinci Yeni şiirinden ayırt etmek pek mümkün değildir. Çünkü onlar altın ile altın suyuna batırılmış tenekeyi birbirinden ayırt edemeyecek kadar kör ve dikkatsizdirler.
        İkinci Yeni şiiri dünyacı ve temelsiz bir şiirdir. Metafizik gerilimden yoksundur. Boşluk duygusu, sıkıntı, yalnızlık, yabancılık, yenilmişlik, içe kapanma, bunalım, bezginlik, şüphe, tiksinme İkinci Yeni şiirinde en çok öne çıkan temalardır. Diriliş şiirinde ise öne çıkan temalar Allah, insan, şehir, tabiat, aşk, hayat, ölüm, diriliş, İslam, ümit, peygamber, iman ve İslam medeniyetinin her türlü kavramlarıdır. Diriliş şiiri bize ayetlerin, hadislerin, kıssaların dünyasını sunar. Onda ki yeni, eski olanın sırrını kavramak içindir. O kelimeler içinde hayatı bulandır. Sezai Karakoç’un mısraları maveranın kapılarını açar. 
Sezai Karakoç, ister şiirinde ister fikrî yazılarında olsun ele aldığı her konuyu İslam medeniyeti perspektifinden değerlendirmektedir. Onun için şiir, "hakikatin, doğa ve tarih içinde atan nabzı, çarpan yüreğidir.”  O Hz. Mevlana’nın pergel örneğinde olduğu gibi bir ayağı hak ve hakikatte diğer ayağı ise yetmiş iki milletin üstünde bir anlayışla eserlerini yoğurur.  Sezai Karakoç İslam tarihinden ve coğrafyasından imgelerle süslediği şiirlerini tarihin sahnesine birer muştucu gibi gönderir. O tasavvufî bakış açısıyla ele aldığı bu dünya hayatının cazibelerine hiçbir zaman aldanmamıştır.

Mehmet Baş



14 Nisan 2014 Pazartesi

TÜRK DİLİ NİSAN 2014

Türk Dili’nin Nisan sayısı Ali Karaçalı’nın “Bahara Övgü” başlıklı sunuş yazısı ve İsmail Sert’in çizgisi ile karşılıyor okurları.
Mehmet Aycı, “Mendilci Çocuklar Gazeli”; Yılmaz Daşcıoğlu, “Zırh”; Ahmet İnam, “Vifak”; Hicabi Kırlangıç, “Mum”; Ali Sali, “Kabus”; İsmail Karakurt, “Az Misafir”; Mustafa Özçelik, “Deprem Saati”; İrfan Çevik, “Cambaz”; Mustafa Atiker, “Parti”; Berat Bıyıklı, “Kabilenin Şarkısı” şiirleriyle derginin sayfalarını güzelleştiriyor.
Bahtiyar Aslan, “İlmek”; Fatma Bingöl, “Ve Tin Yolda Buldu Dilini”; Nevin Balta, “Deniz Mavisi Bazen Siyaha Çalar” öyküleriyle bu sayıya katkıda bulunanlar arasında.
Yavuz Demir, postmodern metinlere dair görüşlerini “Ağır Ol Roman Desinler”; Mehmet Aydın, İhsan Oktay Anar’ın son romanı Galîz Kahraman’a yönelik izlenimlerini “Galiz Bir Kahramanın Sıfatı Olabilir mi?” yazılarıyla okuyucuyla paylaşıyor. Dursun Ali Tökel, Latîfî’nin kitap redifli gazelinden yola çıkarak “Latîfî Der ki: ‘Kitap Yüz Yapraklı Bir Güldür’” başlıklı değerlendirmesiyle; Mehmet Öztunç, dünya edebiyatının önemli bazı yazarlarının ölüme bakışlarını ve ölümlerini “Yazarların Ölümü” yazısıyla anlatıyor. Sadettin Özçelik, “Tepegöz Ala “Ela” Gözlü müydü?” ve Nail Tan, “Diline / Ağzına Yuva Yapmak Deyimi Üzerine”, Mustafa Ruhi Şirin, “Türkçenin Hüzünlü Balkan Şehirlerinde” yazılarıyla Türk Dili’nde.
Edebiyat söyleşilerinin bu ayki konuğu divan edebiyatı üzerine yaptığı birçok inceleme ile akademik alanda kendisini kabul ettirmiş, yazdığı tarihî romanlarla okurların sevgisini ve beğenisini kazanmış Prof. Dr. İskender Pala. Semih Topsakal’ın yaptığı söyleşide yazarın romana bakışı, romancılığı ile ilgili düşünceleri ve son romanı Mihmandar’a yönelik birçok ayrıntı yer alıyor.
İyi okumalar.

icindekiler

1 Nisan 2014 Salı

TÜRK EDEBİYATI 486. SAYI NİSAN 2014



Sevgili Türk Edebiyatı okuyucuları,

Bildiğiniz gibi, Kırım’da 16 Mart Pazar günü sözüm ona bir referandum yapıldı; bu referanduma göre Kırım halkı, yüzde doksan küsurluk bir oyla Rusya’ya bağlanmak istiyor. Henüz hiçbir ülkenin kabul etmediği bu sonuçla, bu kadim Türk ülkesi yeni bir döneme girmiş oldu. Ruslar, 1783 yılında da Kırım’ı bir oldubittiye getirerek ilhak edivermiş, 1944 yılında ise bütün bir halkı bir gecede hayvan vagonlarına doldurup Sibirya’ya ve Orta Asya steplerine sürmüşlerdi.
Aslında 1774 yılında Küçük Kaynarca Muahedesi’yle başlayan bu trajik hikâyeyi ve Kırım’ın Türk tarihi ve kültürü açısından ne ifade ettiğini, Kırım menşeli bir ilim adamı olan Doç. Dr. Hakan Kırımlı’yla konuştuk. Bilkent Üniversitesi öğretim üyelerinden olan Kırımlı, arkadaşımız Selçuk Karakılıç’ın sorularını cevaplandırdı.
Bu yıl, Kırımlı büyük bir düşünür ve reformist olan Gaspıralı İsmail Bey’in de vefatının 100. yılıdır. Bu sebeple, Gaspıralı, UNESCO tarafından bütün dünyada anılmasına karar verilen isimler arasında yer alıyor. Bu büyük adamı Eylül sayımızda geniş olarak değerlendirmeyi planlıyorduk; ancak Kırım’daki gelişmeler dolayısıyla bu sayıda Kırım meselesiyle birlikte Gaspıralı’dan da söz etmeyi doğru bulduk. “Efrâdını câmi ağyârını mâni” bir Gaspıralı yazısını kısa sürede temin etmek mümkün olmadığı için güncelleyip yeniden yazdığım çok eski bir çalışmamı bu sayıda iki parça halinde dikkatinize sunuyorum.
Prof. Dr. Orhan Söylemez, Kırım Tatar edebiyatından, Cengiz Dağcı’nın eserlerinden ve Sevinç Çokum’un Kırım’ı anlattığı Hilâl Görününce adlı romanından söz ettiği yazısını, Yard. Doç. Dr. Ayşe Yılmaz Balkan’ın Cengiz Dağcı’nın Onlar da İnsandı adlı romanını değerlendirdiği makalesi takip ediyor. Dr. İsa Kocakaplan da, 2011 yılında, Dışişleri Bakanımız Ahmet Davudoğlu’nun girişimiyle Kırım’da toprağa verilen Cengiz Dağcı’nın cenaze töreninde edindiği izlenimlerden yola çıkarak Kırım’ın trajedisini anlattı. Fatih Saylan’ın “Anadolu’dan Kırım’a Türkülerin Söylediği” başlıklı yazısı da herhâlde ilginizi çekecektir.
Bu sayıya Türkiye dışından Mirjakıp Duvlatov, büyük Kazak şairi Abay’ı; Taner Güçlütük de Prizrenli divan şairi Ömer Lütfi’yi anlattıkları yazılarıyla katkıda bulundular.
Reyhan İsen, M. Orhan Okay hocamızın kısa bir süre önce aramızdan ayrılan eşi Mübeccel Okay Hanımefendiyle ilgili düşünce ve hatıralarını anlattı. Sezai Coşkun, “Postmodern zamanların menâkıbnâmeleri” dediği mistik romanlara eleştirici bir gözle bakarken, Secaattin Tural, “Şiir Popüler Edebiyatın Neresine Düşer?” sorusuna cevap aradı. Müesser Yeniay da bu sayımıza “Şiir Özerkliği: Necatigil’den İkinci Yeni’ye” başlıklı yazısıyla katkıda bulundu.
Belki dikkatinizi çekmiştir; Şubat ayı ortalarında TBMM Milli Saraylar Dolmabahçe Sanat Galerisi’nde “Edirne’de Osmanlı Kültüründen Dekoratif Örnekler ve Edirne Sarayı İznik Çinileri” başlığını taşıyan bir sergi açılmıştı. Edirne Valiliği himayesinde düzenlenen bu sergide, çalışmalarını Gülbün Ünver Mesara yönetiminde sürdüren Süheyl Ünver Sanat Atölyesi sanatçılarının Edirne’deki tarihî zenginlikleri klasik sanatlarımızın diliyle günümüze taşıdıkları eserler yer alıyordu. Bu serginin bir bölümü, Rus işgalleri sırasında Edirne Sarayı’ndan sökülüp götürülen ve başka yollarla dünyanın dört bir tarafına dağılan, kısacası yağmalanan İznik çinilerinin peşine düşen Azade Akar’ın mücadelesini yansıtıyordu. Adı geçen atölyenin sanatçıları, Akar’ın tespit ederek fotoğraflarını çektiği çini parçalarını birleştirerek Edirne Sarayı’nın eşsiz çini dünyasını adeta yeniden inşa ettiler. M. Selim Gökçe, “Edirne Sarayı Çinileri Nasıl Yağmalandı?” başlıklı yazısında bu sergiden, çinilerin nasıl yağmalandığından ve Azade Akar’ın mücadelesinden söz ediyor.
Bu sayımızı Cengizhan Orakçı, Tekin Şener ve Hatice Eğilmez Kaya denemeleriyle; Sevgül Yılmaz ve Recep Şükrü Güngör hikâyeleriyle; Özcan Ünlü, Tarık Özcan, Cafer Keklikçi, İsmail Aykanat, Kalender Yıldız, Ahmet Mahir Pekşen ve Tacettin Şimşek de şiirleriyle zenginleştirdiler.
Kırkambar’ımız ise her zaman olduğu gibi dopdolu.
Daha güzel sayılarda buluşmak üzere, muhabbetle...


NOT: Dergimizi, NT ve D&R mağazalarıyla “kitapyurdu. com” başta olmak üzere belli başlı internet kitapçılarından edinebilirsiniz. D&R’da yoksa, talep etmeniz hâlinde getirteceklerdir.
Beşir Ayvazoğlu