|
|
Çizgi-yorum – Semih Poroy |
Sayfa:2 |
|
|
|
Edebiyatın Hayalperest Türleri Üzerine Bir Söyleşi: Pelin Aslan, Seda Uyanık, Veli Uğur – Didem A. Büyükarman |
Sayfa:4 |
Pelin
A.: Muhayyelât’ı düşünelim mesela. Tüm Tanzimat yazarları tarafından
ötekileştirilmiş, çocukça ve ilkel bulunmuş bir eser. Aziz Efendi’nin
gerçekçi bir edebiyat inşa etmeye çalışan Tanzimat nesli tarafından hoş
karşılanmadığı aşikâr. Edebiyat eleştirmenleri çoğunlukla, diğer pek çok
ülkede olduğu gibi, fantastiği eleştirinin gündemine almayacak kadar
“hafif” bulmuşlardır. Dolayısıyla fantastik eserler veren yazarlar da
“yüksek edebiyat” yazarlarından kabul edilmez, onların eserleri “edebî”
bulunmaz, bu yazarlar “gerçekçi” yazar ve eleştirmenler tarafından
dikkate alınmaz. Bahsettiğim 1940-1950’li yılların yazarlarının adlarını
bugün çok sınırlı bir kitle dışında kimse bilmez. Benim odaklandığım
dönemde fantastik ürün veren edebiyatçılar geniş halk kitleleri
tarafından okunur, hızla tüketilir ve aynı hızla unutulur durumdadırlar.
|
|
|
Ya Öyle Olsaydı? Bilimkurgu-Fantastik ve Hakikat Üzerine Bir İnceleme – Doğan Erişen |
Sayfa:9 |
Edebiyatın
bir tür bilgi sağladığı görüşü estetik kuramı içerisinde uzun bir
geçmişe sahip olmasına karşın aşılması güç bir sorunu da beraberinde
getirmektedir: eğer edebiyat bir tür bilgi sağlıyor ise hakikat de
bildiriyor olmalıdır. Oysa kurmaca hakikati konu edinmez. |
|
|
Bilimkurgu ve Adilik: Biopunk – Abdullah Derin |
Sayfa:13 |
Özetlersek,
Biopunk ve abjekt birbirinden kaçamayacak iki kavramdır, çünkü ikisi de
beden ve sınırları ile ilgilenirler. Bu açıdan bakıldığında her Biopunk
teması aynı zamanda, diğer bilimkurgu türlerinden farklı olarak,
korkunç ve ya rahatsız edicidir, çünkü bilinçaltımızda bastırdığımız
birtakım doğal korkularımız ve endişelerimize çomak sokarak onları
rahatsız eder. Sürgüne gönderdiğimiz, unutmaya alıştığımız kültüre ait
olmayan öğeleri gösterir bize. Bu bilgilerden yola çıkarak, yukarıda da
örneklerini verdiğimiz birçok kitap ve film Biopunk türü altında
incelenebilir. |
|
|
Sanal Hikâye Anlatıcılığı Çağında Yaşayan Bilimkurgu ve Fantastik Dünyalar Olarak Video Oyunları – Sercan Şengün |
Sayfa:16 |
Tutkulu
bir şekilde tanımlanmış olmasına rağmen sibermetinlerin hayata geçmiş
emin örneklerinin olup olmadığı muğlaktır. Bu bağlamda çeşitli video
oyunları sibermetinlerin en iyi hayata geçmiş örnekleri olarak
görülebilir. |
|
|
“Uzay Çiftçileri” ve “Şebek Romanı" Ekseninde İslami Bilimkurgu Romanlarında Ütopya/Distopya – Erol Gökşen |
Sayfa:22 |
Batı
düşünce dünyasında çok gelişmiş tür olan ütopya ve distopya, Doğu
toplumlarında kendisine pek yer bulamamıştır. Türk edebiyatında da
ütopya ve distopya geleneği çok gelişmemiştir, yazılan ütopik/distopik
eserler de tam manasıyla Batı’daki ütopya/distopya türünü karşılamaz. |
|
|
Roman, Öykü, Anlatı, Enfra-Roman, Enstantane ve Diğerleri – Mehmet Rifat |
Sayfa:26 |
Roman
ile öykü ayrımından birine tartışmasız giren metinlerin türsel olarak
belirtilmesinde bir sorun çıkmazken, bu iki tür arasında bir yerlerde
duran biçimlerin türsel ayrımını belirlemedeki kararsızlık, son
yıllarda, özellikle eleştiri kuramcılarının kavramsal desteğiyle devreye
giren anlatı terimiyle bir ölçüde giderilmiş gibi görünüyor. Böylece
üçlü bir adlandırmaya geçmiş oluyoruz. Ancak yine de daha fazla okuru
çekebilmek, dolayısıyla kitapların satışını artırabilmek amacıyla olsa
gerek, öykü ve anlatı adlandırmalarından çok “roman” etiketi yeğleniyor.
Sayfalara salt birer başlık ve birer alıntı benzeri geçişler koyarak
bölüm sayısı artırılıyor, puntolar büyütülüyor, genelde yarım sayfadan
kırk sayfaya kadar öykü diye adlandırılabilecek metinler doğrudan
“roman” kategorisine alınıyor. Oysa roman ile öykü arası yeni ve farklı
biçimlenmeler ortaya çıkmışsa ve bunlara da yeni adlandırmalar koymak
gerekiyorsa, o zaman, tanınan bazı yabancı yazarların türsel
adlandırmaya ilişkin kaygı ve çabalarını da dikkate almakta yarar
olabilir. |
|
|
Çalgısız Şarkı (Şiir) – Müslim Çelik |
Sayfa:28 |
|
|
|
Hikâye Boğultusu (Öykü) – Abdullah Mollaoğlu |
Sayfa:29 |
|
|
|
Arap Saçı – Şebnem Şenyener |
Sayfa:34 |
Türk
olduğum duyulur duyulmaz “Patron baba” İgnazio Russino güneş dolu
yüzünde çakır gözleri ışıl ışıl kollarını açmış vaziyette atladı ortaya
“Türk otu, türk otu..” diye bir demet otu tutuşturdu elime: “Bu bizim
Türk otu.” Patlıcanımsı siyah demet, benim yeşilini bildiğim, Ege’nin
“Arap Saçı”, İstanbul’un rezenesi. Meğer Sicilya’da “Türk otu” olmuş.
Siyahi otu görünce, aklımı hep kurcalayan ismi yakıştı yerine. |
|
|
Yazılamayanlar (Şiir) – Arife Kalender |
Sayfa:36 |
|
|
|
Kemal Tahir’in Kaleminden Namus ve Namuscular – Lale Yüce |
Sayfa:38 |
Kemal
Tahir’in yerel konuşma üslubunu ustaca kullanarak karakterleri
tanıyormuşuz hissi veren anlatımı, öykülerin inandırıcılığını
pekiştirirken, Anadolu insanını daha yakından tanıma fırsatı
sunmaktadır. |
|
|
Edebiyat Gündemi: “Ölüm’den olma, Hayat’tan doğma” bir şair: Ahmet Erhan |
Sayfa:42 |
|
|
|
Yüzlerce Yılkı Şairi: Ahmet Erhan – Haydar Ergülen |
Sayfa:42 |
Ahmet
Erhan’la ilgili bir yazımda, onun Alacakaranliktaki Ülke (1981)
başlıklı ilk kitabının, oradaki karamsarlığın, umutsuzluğun, ıssızlığın,
terk edilmişlik duygusu ve boğuntunun ve buna benzer nice koyu sözcükle
sıfatla anılacak türden bulanıklığın bir önsezi olarak ‘1980 Yüzyılı’nı
işaret ettiğini söylemiştim. Dünyada sosyalist sistemin yıkılması,
‘sistem’ olarak yıkıldı ama, bir ‘düş’ olarak mevcudiyetini hâlâ koruyor
ve sürdürüyor, Türkiye’de ise 12 Eylül’le birlikte faşizmin ve
otoritenin kurumsallaşmasının bir 100 yıl kadar sürebilecek etkilerinden
söz etmeye çalışmıştım. Alacakaranlıktaki Ülke de bu ‘1980 Yüzyılı’nın
ilk işaret fişeklerinden birisidir. |
|
|
Şairin Seyir Defteri: Silivri Yılları – İhsan Tevfik |
Sayfa:46 |
Kendi
tanımıyla; “Ölüm’den olma, Hayat’tan doğma” Ahmet Erhan, her şeye
rağmen ‘Hayat’a tam inanmış bir insandı. “Ölüm’le sarmaş hayat’la dolaş”
olmuştu ama “Mekânınız ‘hayat’ olsun!”du yine de son dileği. |
|
|
Ahmet Erhan’ın Şiiri Üzerine – Yaşar Miraç |
Sayfa:48 |
Ahmet
Erhan şiirinde ölüm, hem yaşanan dönemin hem kendi kişisel
duyarlılığının hem de genç yaşta okuduğu Kafka, Sartre, Nietzsche, Camus
gibi düşünür ve yazarların biçimlendirdiği başlı başına üzünçlü ve
umutsuz bir olaydır. Yaşamının kısalmasına da, hastalıklarına da bu ölüm
olgusu doğrudan etki etmiştir. Şiirinde de çeşitli biçimleriyle sık sık
rastlanan bir ana tema durumundadır. Ahmet Erhan şiirinde ölüm, başlı
başına bir kitap boyutuyla incelenecek bir konudur. |
|
|
Ahmet Erhan: Yaşadığı Günlerin Tanığı – Refik Durbaş |
Sayfa:50 |
Ahmet
Erhan’ın şiirinde dikkati çeken ilk şey, yoğun bir lirizm potansiyeli.
Anlatımdan çok anlatmayı seviyor gibi. Gününden, yaşanandan uzak
durmuyor şiiri. Acıları, kavgası, ölümle hayat arasında dolanan gençlik
duyguları, yaşanan olağanüstü günlerin olağan olayları örüyor şiirinin
kozasını. Ama bireyselliğin sarmalında yitip gitmiyor söylemek
istedikleri. Oysa kendisiyle çok içli dışlı şiiri. Birey olarak kendini
anlatmaktan geri kalmıyor. Acılı, yoksul bir ülkenin kefenlenen
gençliğinin şiiri mi? |
|
|
Turgut Uyar Şiiri: Ruh Kelepçelerini Açan Tılsımlı Anahtar – İlyas Tunç |
Sayfa:52 |
Uyumsuz
bireyin şiiridir Uyar şiiri. Kentsel yaşamın vapur düdükleriyle, mesai
saatleriyle, mevsim sonu satışlarıyla, polisiyle, grevleriyle,
patronlarıyla, banliyö trenleriyle, modasıyla, barlarıyla, yalanlarıyla,
yalnızlıklarıyla kuşatılmış ya da sıkıştırılmış birey dar vakitler
içinde bulur kendini. |
|
|
Metonimi ve Metafor Eğretileme Çeşitleri midir? – Nizamettin Uğur |
Sayfa:55 |
Biliyoruz
ki Aristoteles’in “metafor” kavramı günümüzdeki “mecaz (trop)”
karşılığıdır ve bu nedenle yalnız “benzerlikleri algılama kapasitesi”
değil, “anlam aktarmasını içeren her tür ilişkiyi algılama kapasitesi”
olarak tanımlanır. O. Cebeci’nin kitabının bir-iki yerinde de geçer bu. |
|
|
Bu Kent Unutacak Seni – Feridun Andaç |
Sayfa:63 |
Geçmiş
bir zamandı, yolda söze durduğun kentin yerlisi dindar biri, “Gel seni
hocaefendiye götüreyim, bu yazdığın sözü ondan dinledim,” diyerek seni
alıp bir mescide götürmüştü. Orada geçirdiğin zamanda dinlediklerin,
kendilerinden geçip dinleyiciler safında olanların duruşlarına bakıp
gözledikleri ile dışarıdaki hayatın örtüşen/ayrışan yanları bu kentin,
öteden beri, neden bu kadar dinle/milliyetçilikle sarmalandırıldığını
anlatıyordu sana aslında. |
|
|
Şiddet Edebîleşince... – Erendiz Atasü |
Sayfa:66 |
Kadın
olmanın çeşitli hallerinde karşılaşılan, yaşanan ve yaşatılan şiddete
kadın edebiyatçıların yoğun biçimde değinmeleri ise daha da yenidir,
belki son yirmi yirmi beş yılın olgusudur. Sebep, edebiyatın şiddet
konusundaki çekingenliği olduğu kadar, kadınlık rolünün sınırlılıklarını
tam olarak kıramayan kadın yazarın genel mahcubiyetidir. Ve elbette,
iki sebebin de ardında yatan –söz konusu olan Türkiye toplumu ise–
ülkenin feodal ilişkilerden arınamamış oluşu, toplumumuzda bu
ilişkilerin özellikle de ahlaki yönünün şekil değiştirerek sürmesidir. |
|
|
31(Şiir) – Sadık Yaşar |
Sayfa:72 |
|
|
|
Doğumunun 100. Yılında Octavio Paz Lozano – Günay Güner |
Sayfa:73 |
“Öteki”
denince Paz’ın Postmodernizm üzerine eleştirel yaklaşımı da
vurgulanmalıdır. Modernizmin eleştirelliğine karşın Postmodernizm
denilen durumun adlandırmadan başlayarak yanlışlıklar içerdiğini,
eleştirelliğe engel yapıları beslediğini açıklıkla, yanı sıra yeni bir
savla ortaya koyar: “Batı uygarlığı, zamansal hayal gücünde temel bir
değişimi yaşıyor. Saatlerimizi yeniden ayarlamak zorundayız. Bugünkü
koşullara ‘postmodern’ demek, yine de ‘modernlik’ kavramına atıf yapmak
olur; yine doğrusal zaman tuzağına düşmek olur, oysa biz o söylemden
tümüyle kopmuş durumdayız,” diye söyler kendisiyle yapılan bir
söyleşide. |
|
|
Bilge Karasu: “Nereden de Andım Şimdi?” – Türkan Topçu |
Sayfa:78 |
Karasu
anlatısının ana ekseni “aşırı tutku”dur. Bu metinlerde sevgi; en uç
noktadan-tutkuya dönüşen noktadan- okurla buluşur. Sevgi –eşzamanlı
olarak– anlatı karakterlerinde öfkeyi, kıskançlığı, umutsuzluğu,
mutsuzluğu, ölümü çağrıştırır. Sevgisini tutkuyla yaşayan bu kişilerin
dünyasında bütün bunlar aynı anda var olurlar. |
|
|
Ahmet Oktay’ın, “Radyomu İstiyorum” Şiirine Bir Bakış Denemesi – Hülya Deniz Ünal |
Sayfa:84 |
Şair
daha once Yol Üstündeki Semender kitabında intihar etmiş şairleri
yazmıştı. Onların dizeleriyle kendininkileri bir araya getirerek ölen
şairleri konuşturmuştu. Dizelerle yeniden can vermişti o kitapta
hepsine. İnsan hem melek hem iblistir bazen. Şair ikisini birden
konuşturacaktır. Kendi de onların yerine söz alarak iki kişilikli bir
ruh haliyle konuşacaktır ister istemez, sayıklayacaktır. İntihar etmiş
şairler, kaybettiği arkadaşları yakınları birer hayalet olarak
dolaşırlar şairin içinde. Doğal olarak bu durum dizelerine de
yansıyacaktır, kaçınılmazdır. Ancak bu cesetlerin yakınları olduğunu
cesetlerin menekşe kokmasından anlıyoruz. |
|
|
Özdemir Asaf’ın “Hidim”i – Tozan Alkan |
Sayfa:88 |
Özdemir
Asaf, kitaplarında çeviri üzerine görüş belirtmemiş hiç. Ancak dil
hakkındaki şu düşünceleri çevirmenliğine ışık tutabilir: “Ben kendimi
zorlamayorum, konuşduğum gibi yazıyorum. Dilime ne gelirse kullanıyorum,
tutmuş yeni sözcükleri de kullanıyorum. Ama ısınamadıklarımı
kullanmayorum. Belki ileride ısındığım oranda tutmamışlarından da
kullanacağım.” |
|
|
Yeni Şiirler Arasında – küçük İskender |
Sayfa:90 |
Oysa,
gerçek şiir okurunun şairin yalnızca şiir yazmasından, şiir hakkında
fikir beyan etmesinden, dergi çıkartmasından, yayınevi kurmasından,
panellere katılmasından BIKTIĞINI düşündüm yıllarca; şairin daha aktif,
yayılmacı ve çokyönlü olmasının, hatta hayatın her alanında, mesela maç
izlerken, yahut kerhaneye girerken ya da pazarda elinde poşetle
dolaşmasıyla görülmesinin sokaktaki insana iyi geleceğini savundum. |
|
|
Kökler (Şiir) – Ekrem Sezer |
Sayfa:90 |
|
|
|
İki Düş Arasında (Öykü) – Engin Nayır |
Sayfa:91 |
|
|
|
Şizofreni (Şiir) – Nisa Leyla |
Sayfa:92 |
|
|
|
Varlık Kitaplığı |
Sayfa:93 |
|
|
|
Ayfer Tunç ile Söyleşi – Çiğdem Ülker |
Sayfa:93 |
Yaman
bir toplum eleştirisi Ayfer Tunç’un dikkatle kullandığı bir metadille
yapılmaktadır Dünya Ağrısı’nda. Şehirde bir altın madeni bulunduğuna bu
denli içten inanmaları, kolay yoldan para kazanmaya yönlendirilen bir
topluma, haksız kazancın ve hırsızın hoşgörüldüğü bir zamana işaret
etmektedir. Roman, Mürşit’in kişisel dramıyla gelişir gibi görünürken
arka planda, ülkenin üzerine kapatılan fanusun yarattığı iklim de ortaya
konur. |
|
|
“Yüzbaşının Oğlu” / Nedim Gürsel – Hasan Akarsu |
Sayfa:95 |
Nedim
Gürsel’in 1950-1960 yılları arasında İstanbul’da yaşananlardan ve
günümüz Türkiyesi’nden kesitler sunan yeni romanı Yüzbaşının Oğlu’nda,
anlatıcının ailesi önemli bir yer tutar. Babaanne Gülhayat Hoşgör,
Balkan Savaşı yıllarında Bulgaristan-Tırnavo bölgesinden göç eder. Oğlu
Hasan’ı asker okulunda okutarak paşa olmasını ister. Hasan Hoşgör,
albaylıkta kalır ama; 27 Mayıs 1960 İhtilâli’nde Milli Birlik
Komitesi’ndedir. Üç idamda onun da imzası vardır. |
|
|
Metin Cengiz ile Söyleşi – Anıl Cihan |
Sayfa:96 |
Bizim
ülkemizde modern şiir algısı oldukça yanlış gelişti, uzun zamandır
genel görüntü böyle. Yani dergilerde görünen, egemen gibi gözüken bu.
Şiir bir tür imge gibi gözüken süslü dizeler yazma, anlaşılmaz metinler
üretme, birbirinden kopuk dizelerle çatılan derme çatma söz kalıpları
olarak görüldü. Yani laf yığını. |
|
|
“Rüyaların Yorumu” / Sigmund Freud – Nuriye Bilici |
Sayfa:98 |
Psikiyatri
alanındakiler Freud’a gelinceye kadar uykuyu ve rüyayı tek bir konu
olarak ele almak, bunun ötesinde psikopatolojiye giren benzer durumları,
halüsinasyon gibi, hayal gibi rüya benzeri olguları da konuya dahil
etmek gerektiğini düşünüyorlardı. Konuyu sınırlamaya inanan ve rüya
yaşamıyla ilgili tek bir soruna odaklanan tek tük uzman vardı. |
|
|
Türkân Yeşilyurt ile Söyleşi – Özge Dikmen |
Sayfa:99 |
Sadece
edebiyat/şiir değil; resim, müzik, sinema gibi sanatlar da Küçük Bir
Ah’ın kaynakları arasında yer alıyor. Bir sinema sevdalısı olduğumu
söyleyebilirim. |
|
|
Kemal Varol ile Söyleşi – Beyza Becerikli |
Sayfa:100 |
Bir kadından duyduğu iki cümle uğruna hayatını heder edebilecek erkeklerin dünyasını anlatmak daha etkileyici geliyor bana. |
|
|
“Bir Parmak Bal” / Ian McEwan – Kaan Egemen |
Sayfa:102 |
Ian
McEwan, Bir Parmak Bal’la okuru, 1970’lerin İngilteresi’ne götürüp
ülkenin gizli servisinin bir kültürel projesiyle buluşturuyor. Yazar
aynı zamanda edebiyat-siyaset ilişkisine aşk ve casusluk temalarıyla
bakıyor. |
|
|
“Düş Hırsızlarına Karşı” / Zehra İpşiroğlu – Gülsüm Cengiz |
Sayfa:103 |
Düş
Hırsızlarına Karşı, kurgusal fantastik bir çocuk romanı. Bununla
birlikte kendi içinde bir savı ve felsefesi var. Tıpkı yukardaki bölümde
tanımladığımız gibi... Çocukların ve insanların düşlerini çalmak
isteyen Gipolara, yani, insanların özgür biçimde düşünüp yaşamasını,
kendisini gerçekleştirmesini engelleyen egemen ideolojiye karşı. |
|
|
İnan Çetin ile Söyleşi – Beyza Becerikli |
Sayfa:104 |
Uzun
Bir Ömür İçin Uzun Bir Elbise aslında bir aşk hikayesi, ama bir dönemin
siyasal atmosferi içine doğduğu için, politik bir yönü de var. |
|
|
“Minima Poetika” / Ersun Çıplak – Nilüfer Altunkaya |
Sayfa:105 |
Ersun
Çıplak’ın 2008 yılından itibaren dergilerde yayımlanmış olan yazılarını
bir araya getirdiği kitabına Minima Poetika adını vermesi hiç de
tesadüf değildir. Çünkü yazılar içerik olarak şiirle doğrudan ilgili
vesavunulan ilkeler de bir poetik tavır olarak bağlayıcıdır.
|
|
|
“Akla Çarpan” / Nihat Ateş – Cemile Çakır |
Sayfa:107 |
Akla
Çarpan’da hep aranır olan toplumsal duyarlılık da var ama bunlar
haykıran şiirler değil. Haykıran şiirlerde, kimileyin, ses gereğinden
fazla yükseltildiğinde, sesin yüksekliği duyarlılığı öldürür; şair bu
tehlikeyi görmüş. |
|
|
Şiir Günlüğü – Gültekin Emre |
Sayfa:108 |
Yeni
Zaman (Öteki 1998) diyordu Adnan Azar. Şimdi orda, başka bir zamanda.
Orada zaman nasıl, bilmiyoruz ama sen aramızdan yeni ayrıldın. Orada da
yenisin. Yeni bir zamanın eşiğindesin. Yeni olmayı iyi biliyordun
şiirlerinde. “saatte / 180 km hızla” dönsen “dönse”n “geri” “kendin”den.
Bu olanaksız. Genç ölümlü şairler korosunda sen de yerini aldın. “yani/
giden arkadaşların”ın sende “kalan/ sesleri/ gibi”. Senin de şiirlerin,
fotoğrafların, mektupların ve sesin kaldı geride, bizde. Rüya gibi. Ama
değil. Benim için yazdığın şiiri bir kez daha okuyorum: “sesim kırık/
dinleyemem artık/ herhangi/ bir/ caz şarkısı// şu birkaç gün/ yabancıyım
bu kente// duvar yok/ kışayazmetro/ kayboldum/ gültekin gültekin/
senmisin orda mısın/ merhaba” Ben buradayım, sen neredesin? Berlin’de
birkaç gün birlikte olduk. Gurbetimi hafiflettin. Sen de tanıdın gurbeti
benimle. Sonra, içimizdeki gurbeti şiirlerimize nakışladık. Şimdi, sen,
başka bir gurbettesin. Orada duvarlar, kara kışlar, siyasi baskılar,
cinayetler... de yoktur. Ne var peki orada? Kimler var orada? |
|
|
Şimdi Haberler – Gülce Başer |
Sayfa:110 |
|
|
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder